Ebu Ubeyde bin Cerrah (r.a.) Hayatı
Hz. Muhammed (sav) yaşarken cennetle müjdelenen on kişiden (aşere-i mübeşşere) biri olan Hz. Ebu Ubeyde bin Cerrah (r.a.), hicretten kırk yıl önce 583 yılında doğdu. Ayyy ne kadar güzel değil mi cennet ile müjdelenmek? Hayal etsenize arkadaşlar, biz de cennetle müjdelenmişiz, Aksa’nın Çiçek Çocukları olarak. Mis mis mis! Mükemmel!
Câhiliye devrinde Mekke’de okuma yazma bilen birkaç kişiden biri olduğu için Kureyşliler kendisine değer verirdi. Hz. Ebu Ubeyde bin Cerrah (r.a.), Hz. Peygamber’in İslâm’a davete başladığı günlerde Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla Müslüman oldu. İslâmiyet’in yayılması için büyük çaba gösterdi ve bu sebeple Kureyşliler’in ağır baskılarına mâruz kaldı. İşkenceler dayanılmaz hale gelince 616 yılında yapılan İkinci Habeşistan Hicreti’ne katıldı. Ancak bir müddet sonra Mekke’ye döndü. Daha sonra Medine’ye hicret etti.
Ebû Ubeyde, Medine döneminde İslâmiyet’in tebliğ edilmesinde ve idarî işlerde önemli görevler aldı. Hz. Peygamber’le birlikte bütün gazvelere iştirak etti. Bedir Gazvesi’n de mübarezeye (karşılıklı çarpışma) seçilen üç sahabeden biridir. Bu savaşta düşman saflarında bulunan babasıyla karşı karşıya gelmiştir. Bundan dolayı; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa müminlerin kâfirleri dost edinemeyeceğini belirten âyetin (el-Mücâdele 58/22) nâzil olduğu rivayet edilmektedir (Taberânî, I, 154-155). Annesi ise babasının aksine Allah’a iman edip son nefesine kadar Allah Rasûlü’ne hizmet etmiştir.
Ebû Ubeyde (r.a) Uhud Gazvesi’nde de yiğitlik gösterdi. Ayyy ben Uhud’u çok seviyorum arkadaşlar. Umreye gittiğimizde Uhud’a götürdüler bizi. Hayran kaldım. Sanki Uhud Dağı canlıydı. Nazlı nazlı sesleniyordu bize “Gelin Ey Hamza yürekliler!” diye. Oranın muazzam büyüsüne kapılan bir daha dönmek istemiyor. O halde Ebu Ubeyde’nin (r.a) Uhud Gazve’sinde gösterdiği yiğitliğe tanıklık edelim mi? “Eveettt!” sesleri ilk defa bu kadar kuvvetli çıktı ağzınızdan arkadaşlar. Demek ki herkes Uhud’un büyüsüne kapılmak istiyor. Haydi kapayalım gözlerimizi, bir iki iç! Hoopp!
Evet şu uzun boylu, zayıf yapılı, seyrek sakallı olan kişi Ebû Ubeyde (r.a) olmalı. Nasıl da güzel savaşıyor. Aman arkadaşlar bu çadırdan çıkmayalım sakın. Açtığım şu delikten izleyelim olanları. Başınızı dahi çıkarmayın. Dışarıda kıyamet kopuyor. Aa benim gördüğümü siz de görüyor musunuz arkadaşlar? Yüzü aydan daha parlak olan ve yüzündeki ışıktan dolayı yüz hatları belli olmayan kişi yoksa Peygamber Efendimiz mi? Evet, evet o olmalı. Canım peygamberim benim! Biz asırlar sonra SENSİZLİĞE açtık gözlerimizi. Seni görmeden sevdik. Görebilseydik kapından ayrılmazdık ki. Biz seninle her savaşa gelirdik ve seni korumak isterdik. Seni Taif’te taşlayan çocukların inadına, biz en önde saf tutardık ve onların taşları sana isabet etmesin diye canımızı önüne sererdik. Şu çadırın içinde asırlar sonra buraya gelmiş bir avuç çocukları görebilseydin keşke. Kim bilir nasıl severdin bizi? Nasıl sarılırdın? Nasıl da cübbenin altına alırdın? Kim bilir bizlere hangi güzel lakapları takardın? Bizi nasıl güldürürdün? Biraz daha sessiz ağlayalım arkadaşlar. Neredeyse hıçkırıklarımız kılıç, kalkan sesinden daha fazla çıkacak. O da ne? Bir şeyler oldu orada? Bizim hasret kaldığımız Ay Yüz’e miğfer parçası mı batmış? Sahâbelerden biri “Allah Resulu’nün (s.a.v) yüzüne miğfer parçası battı! Koşun!” diye bağırdı, duydunuz mu? Arkadaşlar tutmayın beni lütfen, kollarımı bırakır mısınız? Ben koşup Peygamber Efendimizin yüzündeki miğferi çıkaracağım! Yalvarıyorum lütfen bırakın! Ona ben siper olmak istiyorum! İlk defa ben size sessiz olmayı bırakın diyorum, ne olur! Ah arkadaşlar ah! Elimden bu fırsatı aldınız. Gözyaşlarımı siliyorsunuz, hem de ağzımı kapatmaya çalışıyorsunuz. Canım Efendim! Şimdi hangi şanslı sahaben koşacak acaba sana? Bakın bakın biri koşuyor bile! Bu şanslı, cesaretli ve nasipli kişi Ebu Ubeyde (r.a)! Bakın dişleriyle çıkarıyor miğfer parçasını. Farkettiniz mi sizde? Miğferi çıkarınca ayrı bir güzellik ve o nurdan oluşan ışık yayıldı Ebu Ubeyde’nin (r.a) yüzüne. Peygamberimiz mütevazı, zühd ve hayâ sahibi olarak Ebû Ubeyde’yi (r.a) nasıl da takdir ediyor. Allah’ım nasıl da güzel bir ana tanık olduk. Çok ama çok şanslıyız değil mi arkadaşlar? Bakın Aişe (r.a) annemiz ne demiş Ebu Ubeyde (r.a) için. “Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’den sonra Resûl-i Ekrem’in en çok sevdiği kişi Ebû Ubeyde idi.” (Tirmizî, “Menâḳıb”, 14).
Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen sahâbîlerden biri olan Ebû Ubeyde, hayatı savaşlarda geçtiği için Hz. Peygamber’den sadece on beş hadis rivayet etmiştir. Bunlardan on ikisi Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde bulunmaktadır. (I, 195-196).
Mekke fethinde Hz. Peygamber’in önünde şehre girmiştir. Beytülmâlde görev yapmış; Hudeybiye Antlaşması başta olmak üzere bazı vesikalara şahit olarak adı yazılmıştır. Daha sonra Medine’ye gelen Yemenliler’e İslâmiyet’i öğretmek üzere görevlendirildi. Hz. Peygamber’le din konusunda tartışan ve Hristiyan kalıp cizye vermeyi kabul eden Necranlılar, cizye tahsili için güvenilir birinin kendileriyle gönderilmesini istedikleri zaman Resûl-i Ekrem, “Her ümmetin bir emini vardır; bu ümmetin emini de Ebû Ubeyde b. Cerrâh’tır.” diyerek onu Necran’a gönderdi. Ondan sonra “Emînü’l-Ümme” lakabıyla anılan Ebû Ubeyde bu bölgedeki insanlara İslâmiyet’i de öğretti.
Ebu Ubeyde bin Cerrah (r.a.) ve Kudüs
Kur’an-ı Kerim’de ismi doğrudan zikredilmeyen ancak ayetlerde bereketli kılındığı ve mukaddes olarak vasıflandırıldığı anlaşılan Kudüs, Müslümanların ilk kıblesidir. Bilindiği gibi Allah Resûlü ve sahabe hicretten önce Mekke’de, hicretten sonra da 16 ay kadar Medine’de namazlarını Beytü’l-Makdis’e yönelerek kılmışlardır. Özellikle İsrâ hadisesinden sonra sahabeler, bu mukaddes beldeye yoğun ilgi göstermiş, Hz. Peygamber (as)’in vefatı sonrasında ise Kudüs’ü fethetmeyi amaçlamışlardır. Çünkü Resûlullah, vefatından hemen önce Beytü’l-Makdis’in yakında fethedileceğini müjdelemiş, hatta Şam/Filistin topraklarına gönderilmek üzere Üsâme b. Zeyd komutasında bir ordu hazırlatmıştır. Bu sebeple sahabeler Allah Resûlü’nün vefatının hemen ardından Kudüs topraklarını fethe yönelmişlerdir. Filistin bölgesinin önemli bir kısmı, Hz. Ebû Bekir döneminden itibaren Müslümanların hâkimiyetine girmiştir. Hz. Ebû Bekir’in Filistin cephesi komutanı Amr b. el-Âs, başta Gazze ve Nablus olmak üzere birçok kenti Hristiyan Bizans’tan alarak İslam topraklarına katmış ve Kudüs yakınlarına kadar gelmiştir.
Hz. Ebû Bekir döneminde ilk fethedilmesi gereken yerlerden biri olarak görülen Kudüs, nihayet Hz. Ömer döneminde 638 yılında (hicri 17) Ebu Ubeyde b. Cerrâh komutasındaki İslâm ordusu tarafından Bizanslılardan teslim alınmış ve İslâm topraklarına dâhil edilmiştir.
Kararlı kuşatma sebebiyle şehri teslim etmekten başka çare bulamayan Kudüslü Hıristiyanlar, Müslümanlara Suriye şehirleriyle yaptıkları anlaşmalara benzer bir anlaşmanın kendileriyle de yapılmasını teklif etmiştir. Ancak tek şartları vardır: "Şehri bizzat halifenin teslim alması." Hz. Ömer 638 senesinde, Ebû Ubeyde'nin daveti üzerine Kudüs'e gelerek şehri, patriği Sophronius'tan teslim alarak anlaşmayı imzalamıştır. Döneminde pek çok fetih yapılmasına rağmen Hz. Ömer, Kudüs hariç başka hiçbir şehrin fethinde bizzat bulunmamıştır. Müslüman Kudüs'te, Yahudisiyle, Hristiyanıyla kentte yaşayan her dinden halk, kendilerine tanınan geniş dini özgürlüklerle varlıklarını devam ettirme imkânı bulmuş; kimliklerini de koruyabilmişlerdir. Müslümanların bu erdemli siyasetleri sayesinde şehre asırlarca barış hâkim olmuştur.
Ebu Ubeyde, fethettiği Şam ve civarının imarı ve idaresiyle meşgul olurken, veba hastalığına yakalanmış ve şehit olmuştur. Tarihe "Amvas vebası" diye geçen bu elim olayda, Ebu Ubeyde'nin yanı sıra, yüzlerce sahabenin daha vefat ettiği bilinen bir gerçektir. Hz. Ömer, o bölgede veba çıktığını duyunca Ebu Ubeyde'ye (r.a) bir mektup yazmış ve "Bu mektubu alınca hemen Medine'ye gel. Seninle görüşmek istediğim bir mesele var." demişti. Halifenin maksadını anlayan Ebu Ubeyde (r.a), 'Arkadaşlarımdan ayrılamam.' diyerek bu isteğe icabet etmemişti. Vefatı öncesinde Medine'den bu bölgeye kadar gelen Halife, Ebu Ubeyde'yi (r.a) bölgeden çıkması için ikna etmeye çalışmış fakat başarılı olamamıştır. Bu nedenle Ebu Ubeyde’yi (r.a) ziyarete gitti. Haydi hep beraber bu ana tanık olalım. Kapayalım gözlerimizi, bir iki üç! Hoop! Bakıyorum da Hz. Ömer deyince yine gözlerimiz fal taşı gibi açıldı. Daha önce görmüştük, haydi ama arkadaşlar, korkmayın Hz. Ömer’den (r.a). Görüntüsünün heybetli olduğuna bakmayın, pamuk gibi kalbi vardır Hz. Ömer’in (r.a) Şimdi sessiz olalım da neler konuşmuşlar tanık olalım.
Hz.Ömer:
Ebu Ubeyde:
Gözleri yaşaran Hz. Ömer:
Ebu Ubeyde:
Ebu Ubeyde’nin (r.a) elli sekiz yaşında iken vebadan 'şehid olarak' vefat etmesine tanık olduk arkadaşlar. Onun gibi bir sahabeyi görmenin onurunu yaşadık. Hz. Ömer’in (r.a) gözyaşlarına şahit olduk ve biz de gözyaşlarımızı tutamadık. Onlar gibi büyüklerimiz olduğu için çok ama çok şanslıyız. Onların izinden gitmeyi nasip etsin Mevlamız bize.
Cenaze namazını, yerine vekil olarak bıraktığı, Hz. Muaz b. Cebel kıldırmıştır. Kabri şu anda Ürdün'ün Beysin bölgesinde, kendi adıyla anılan köyde bulunmaktadır. Ürdün Vakıflar Bakanlığı, kabrin yanına büyük bir külliye inşa etmektedir.
Son olarak Hz. Ömer (ra)'in oğlu Abdullah'ın şu ifadesiyle anlatımımıza son verelim:
"Kureyş ricali içinde üç kişi vardır ki, yüzleri yüzlerin en güzeli, zekâları zekâların en keskini, kalpleri de kalplerin en metinidir. Bunlar, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman b. Affan ve Hz. Ebu Ubeyde b. Cerrah'tır." (İbn Asakir).
Kaynaklar
TDV İslam Ansiklopedisi
Sorularla İslamiyet , Dinimiz İslam
Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, 1991 - Mart, Sayı: 061, Sayfa: 022
“Ezelden ebede kutsal şehir Kudüs.” , Lacivert Dergi , Nuh Arslantaş-Nurgül Çebi,
“Ümmetin emini, güzel yüzlü Ubeyde b. Cerrah” , Baran Dergisi, M.Taha İnci
Altun, İsmail, “Sahabe Gözünde Kudüs ve Mescid-i Aksâ”, ILTED, Erzurum 2017, sayı: 47, ss. 153-169