Hz. İsa'nın (a.s.) Hayatı
Îsâ aleyhisselâm, Yahyâ aleyhisselâmın doğumundan altı ay sonra Kudüs’te dünyayı şereflendirmiştir. Îsâ aleyhisselâm, İsrâîloğullarına gönderilen peygamberlerin sonuncusudur. Peygamberler içinde en yüksekleri olan ve kendilerine “ülü’l-azm” denilen beş peygamberin dördüncüsüdür. Îsâ aleyhisselâma otuz yaşında peygamberlik gelmiş, kendisine kitap olarak İncîl gönderilmiş ve otuz üç yaşında da diri bir şekilde göğe kaldırılmıştır. Kıyâmet yaklaştığında dünyâya inecek, İslâm’ı bütün cihâna hâkim kılacaktır.
Yoktan Var Eden, Babasız Da Yaratır!
Hazret-i Meryem’e Allâh Teâlâ, O’na babasız bir çocuk vereceğini müjdeledi:
“Melekler demişlerdi ki: “Ey Meryem! Allâh sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ’dır. Mesîh’tir; dünyâdada, âhirette de îtibarlı ve Allâh’ın kendisine yakın kıldıklarındandır.” (Âl-i İmrân, 45)Mesîh, İbrânîce bir kelime olup, Hz. İsa’nın lakabıdır ve “mübarek” anlamına gelmektedir.
Meryem: “Rabbim! Bana bir erkek eli değmediği hâlde nasıl çocuğum olur?” dedi. Allâh şöyle buyurdu: “İşte böyledir. Allâh dilediğini yaratır! Bir işe hükmedince ona sâdece «Ol!» der; o da oluverir.”(Âl-i İmrân, 47)
Hz. İsa’nın doğumu ile Hazret-i Âdem’in yaratılması arasında bir benzerlik vardır ki, bu, her ikisinde de yaratılışın “Kün! = Ol!” emri ile gerçekleşmiş olmasıdır. Cenâb-ı Hak bu hakîkati âyet-i kerîmede şöyle bildirmektedir:
“Allâh nezdinde Îsâ’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allâh O’nu topraktan yarattı. Sonra da O’na «Ol!» dedi ve (O da) oluverdi.” (Âl-i İmrân, 59)
Haydi tanık olalım bu sahneye. Kapayalım gözlerimizi, bir iki üç, hooop. Evet, işte kucağında bebekle dönüyor Hz. Meryem Annemiz. İnsanlar etrafını nasıl da sarıyor. Hakaret ediyorlar Meryem Anneme. Ne kadar da üzücü. Bakın ne diyorlar: "Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın! Ey Hârûn'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi."
Kendisine atılan iftiralara bebeğini göstererek şöyle cevap veriyor: “O versin cevabı!” Aman Allah’ım, şimdi Hz. İsa’nın (as) bebekken ilk konuşmasına tanıklık edeceğiz, hazır mısınız? Elimiz kalbimizde bekliyoruz. İnsanlar inanmayan bir ifadeyle bir ‘bebekle nasıl konuşuruz’ diye dalga geçiyorlar. İşte İsa (as.) onlara daha beşikte bir bebekken mucizesini gösteriyor. Bu sözlerine cevap olarak “Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. Bana kitabı (İncil'i) verdi ve beni bir peygamber yaptı. Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti. Beni anama saygılı kıldı. Beni azgın bir zorba kılmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün bana selâm (esenlik verilmiştir)” diyerek insanları şaşkınlık içinde bırakıyor (Meryem 29-33)
Subhanallah! Nasıl da konuştu öyle, siz de gördünüz değil mi? Az önce dalga geçenler, şimdi şaşkınlık çığlıkları atıyor. Bu muhteşem sahneye tanık olduğumuza şükürler olsun. Biz inandık ve iman ettik bu sahnede yaşananlara. Peki bundan sonra neler yaşamış Hz. Meryem Annemiz ve Hz. İsa, şöyle hızlıca bir göz atalım tekrar.
Hazret-i Îsâ’ya otuz yaşında peygamberlik verildi. O da hemen vazîfesini yapmaya, insanları tevhîde çağırmaya başladı.
Îsâ aleyhisselâm, dinini tebliğe devam ediyordu. Fakat insanların birçoğu küfründe inat hâlindeydi. Îsâ aleyhisselâm birçok mucizeler gösterdi.
“Hatırla ki, Meryem oğlu Îsâ: “Ey İsrâîloğulları! Ben size Allâh’ın elçisiyim; benden önce gelen Tevrât’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim!” demişti. Fakat O, kendilerine açık deliller getirince: “Bu apaçık bir büyüdür!’ dediler.” (es-Saff, 6)
Münkirlerin Hz. Îsâ aleyhisselâma kinleri gittikçe artmıştı. Bunu farkeden Îsâ aleyhisselâm, kendisine inananların arasından seçtiği on iki mü’mine, yâni havârîlerine:
“Allâh Celle Celâlühû’nun dînine hizmette ve onu muhâfazada kim benim yardımcım olacak?”diye sordu.
Havârîlerin hepsi birden:
“Biz Sana yardımcılarız. Her şeyimiz ile Allâh’ın yoluna yardımcı olacağız. Çünkü biz, O’nun dînine gönül verdik. Sen şâhid ol ki, biz, Sen’in dînine bağlı gerçek müslümanlarız!” dediler.
Semâdan Sofra İnmesi (Mâide)
Bu benim en çok merak ettiğim sahnelerden biri. Tanık olalım mı arkadaşlar bu sofraya. Ne yapacağınızı biliyorsunuz. Haydi kapayalım gözlerimizi, bir iki üç! Hoopp, işte geldik. Şurada adamlar var. Sayalım mı kaç kişiler? Bir, iki, üç, dört, … on iki. Tam on iki tane adam olduğuna göre bunlar havariler olmalı. Peki ya Hz. İsa nerede? Aa şurada tek başına ellerini açmış dua eden kişi olabilir. Bakın havariler etrafını sardı. Hazret-i Îsâ’dan, semâdan sofra inmesi için duâ etmesini istediler. Îsâ aleyhisselâm, “Allâh’ın kudretinden şüphe mi ediyorsunuz? Böyle bir şey istemeye nasıl cesâret ediyorsunuz?” diye sordu. Havârîler,
“Başka bir maksadımız yoktur. Allâh -celle celâlühû-’nun lutfuna nâil olmak ve daha da mutmain olmak için böyle bir sofra istedik!” dediler.
Îsâ aleyhisselâm, iki rek’at namaz kıldı ve dua etmeye başladı bile. Bu sofra ve onun ihsân gününün bir bayram olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyâz ediyor. Ayy çok heyecanlı. Duasının kabul olması an meselesi. İşte işte işte! Bakın gökten Maide (sofra) iniyor bile. Görebiliyor musunuz neler var sofrada? Kocaman bir pişmiş balık var. Balığın baş tarafında tuz, kuyruk tarafında sirke ve sofra yeşilliklerle donatılmış. Ekmek üzerinde de zeytin, bal, peynir ohoo ohoo neler neler var daha. Ay çok canım çekti. Enfes bir sofra. Bakın havariler yine bir şey istiyorlar:
-Ey Allâh’ın peygamberi! Bu mûcize içinde de bir mûcize göster!
Îsâ aleyhisselâm sofradaki balığa:
“Ey balık! Kâinâtın Rabbinin izni ile diril!” dedi.
Suphanallah! gözlerime inanamıyorum. Siz de görüyorsunuz değil mi benim gördüğümü arkadaşlar? Balık canlandı! Pişmiş balık tekrar canlandı! Havârîleri nasıl da bir korku saldı öylece. Îsâ aleyhisselâm bu defa, “Ey balık! Rabbimin izni ile eski hâline dön!” buyurdu.
Balık önceki hâline döndü. Suphanallah! Nasıl da Rabbimin mucizesine tanık oluyoruz değil mi arkadaşlar? Îsâ aleyhisselâm “Fakir ve hastalar gelsin, onlar yesin!” diye emrediyor. Havariler dışarı çıkıyorlar ve halka duyuruyorlar. Bakalım kaç kişi gelecek? Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi …… bin üç yüz! Bin üç yüz kişi geldi ve bu sofradan yedi. Buna rağmen balık bitmedi! Bu Rabbimin apaçık mucizesi değil de nedir arkadaşlar? Bütün yiyenler şifâ buldu; yemeyenler de pişman oldular…
İSA ALEYHİSSELAMIN GÖĞE YÜKSELİŞİ
Mûsâ -aleyhisselâm-’a gönderilen dinde Benî İsrâîl gevşeklik göstermiş, pek çok îtirazlarda bulunmuş ve doğru yoldan tamâmen ayrılmışlardı. Bundan sonra gelen nebîler, kendilerini dâimâ îkâz ettilersede, bu azgın millet, yine de uslanmayıp şiddete dahî başvurdular; hattâ peygamberleri katletmeye kadar aşırıya gidip peygamber kâtili oldular.
İşte bu kavim, Îsâ aleyhisselâmın zuhûrunda dağınık durumdaydı. Bir kurtarıcı bekliyorlardı. Bekledikleri peygamberin, mücâdeleci, tuttuğunu koparan ve çok şiddetli bir kimse olmasını istiyorlardı. Çünkü o peygamber, kendilerini esâretten kurtarıp büyük menfaatlere kavuşturmalı idi. Bunun içindir ki Îsâ aleyhisselâm, onları hidâyete dâvet ile gönderildiğinde,Yyahûdîler onu çok yumuşak buldular. Ve kendisine inanmak istemediler.
Ancak Îsâ aleyhisselâm, her şeye rağmen sabır göstererek yeryüzünde sulh ve selâmet hislerini yerleştirmeye, insanların aralarını düzeltip onları barıştırmaya gayret gösterdi. Yahûdîleri içinde bulundukları sapık yoldan kurtarmaya çalıştı. Fakat elleri peygamber kanlarına bulanmış azgın Yahûdîler, bu dâvetten rahatsız oldular. Netîcede Hazret-i Îsâ -aleyhisselâmı öldürmeye karar verdiler. Hem Îsâ aleyhisselâma, hem de etrâfındakilere zulmetmeye başladılar. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın gazabına uğrayanlardan oldular ve yaptığının cezâsı olarak, cânî Yahûdîlere Îsâ aleyhisselâm sûretinde gösterildi ve çarmıha o gerildi. Nihâyet Îsâ -aleyhisselâm-, Allâh tarafından semâya kaldırıldı. O sırada otuz üç yaşındaydı. Yahûdîler, Hazret-i Îsâ’nın kaldığı eve girince Cenâb-ı Hak, Yehûdâ’yı Îsâ -aleyhisselâm- şeklinde temessül ettirdi de Hz. İsa yerine Yehûdâ’yı öldürdüler. Allâh Teâlâ buyurur:
“İnkâr etmelerinden ve Meryem’in üzerine büyük bir iftirâ atmalarından ve «–Allâh elçisi Meryem oğlu Îsâ’yı öldürdük!» demeleri yüzünden (onları lânetledik). Hâlbuki O’nu ne öldürdüler; ne de astılar. Fakat (öldürdükleri) onlara Îsâ gibi gösterildi. O’nun hakkında ihtilâfa düşenler, bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler. Bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak O’nu öldürmediler.” (en-Nisâ, 156-157)
“Bilâkis Allâh, O’nu (Îsâ’yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allâh izzet ve hikmet sâhibidir.” (en-Nisâ, 158)
“Allâh buyurmuştu ki: «–Ey Îsâ! Şüphesiz ki Sen’i öldürecek olan (onlar değil) Ben’im; Sen’i nezdime yükseltecek, Sen’i küfredenlerin içinden tertemiz (kurtarıp) çıkaracak ve Sana tâbî olanları kıyâmet gününe kadar küfredenlerin üstünde tutacak da (Ben’im). Sonra dönüşünüz (de) yalnız Bana (olacak)tır. İşte (o zaman) aranızda, hakkında ihtilâf etmekte olduğunuz şeylerin hükmünü Ben vereceğim.” (Âl-i İmrân, 55)
İSA ALEYHİSSELAM YERYÜZÜNE İNECEK Mİ?
Îsâ -aleyhisselâm-, kıyâmete yakın semâdan yere inecektir. Bu hususta birçok hadîs-i şerif bulunmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur:
“Şüphesiz ki O (Îsâ), kıyâmetin (ne zaman kopacağının) ilmidir (bilgisidir). Ondan hiç şüphe etmeyin ve bana tâbî olun; çünkü bu dosdoğru bir yoldur.” (ez-Zuhruf, 61)
Bu âyette Hazret-i Îsâ’nın kıyâmet için bir bilgi olduğu beyân edilerek âhir zamanda O’nun tekrar dünyâya döneceğine işâret edilmektedir. Nitekim âyetteki “ilim” kelimesi, işâret mânâsına gelen «alem» şeklinde de okunmuştur.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları